Sağlık hizmetine halkın ulaşmasını kolaylaştırmadı mı? Hastane ve ilaç kuyruklarını bitirmedi mi? Özel hastaneleri halka açmadı mı? Randevu sistemini getirmedi mi?
Türkiye’de sağlık sisteminde, sağlık hizmetlerinin sunumunda önemli ve değerli adımlar atıldı AK Parti hükümetleri döneminde. SGK’lı hastaların ilaçlarını serbest eczaneden temin edebilmesi, randevu sisteminin getirilmesi ve devlet memuru ve işçilerin özel hastanelerden yararlanması, yeni hastane binaları inşa edilmesi önemli ve olumlu değişikliklerdir. Hastaların hastanelere erişi[1]mini zorlaştıran “şehir hastanesi” uygulaması, özel hastanelerde %200 civarında fark ücreti alınması, önleyici ve koruyucu sağlık hizmetlerinin olması gereken düzeye çıkarılmaması, hastalıkla mücadele yerine, hastaya müdahale sisteminin ağırlık kazanması, sağlıklı birey sayısını artırmaya dönük çalışma yapılmaması, kamu maliyesi kaynaklarından sağlık hizmeti sunumuna aktarılan kaynağın her yıl artması ancak ihtiyacı karşılamaması sonuç olarak “entegre sağlık sistemi” kurma ve işletmek noktasında zayıf kalındığını göstermektedir
Tedavi ve ilaç katılım payları yoluyla hastaneye gereksiz başvuru ve gereksiz ilaç kullanmayı sınırlandırarak bir disiplin oluşturma düşüncesi de görünen o ki başarıya ulaşmamış aksine bireylerin özellikle orta ve alt sınıfların sağlık hizmetlerine erişim maliyetini artırmıştır. Esasen katkı payı ödemesi sağlık güvencesi için zaten prim ödeyen vatandaşlarımıza ek bir vergi mahiyetinde olup kaldırılması gerekmektedir
Sağlık hizmeti sunan kamu görevlilerinin gerek hekimlerin gerekse hekim dışı personel çalışma sürelerinin fazlalığı, personel sayısının yetersizliği, personele hizmet sunum alanı içerisinde sağlanan kolaylıkların (kreş, dinlenme alanı vb.) azlığı mali külfeti azaltmak için insani maliyeti artırmayı göze alan bir bakışı ortaya koymaktadır. Hasta başı muayene süresinin 5 dakika ve hatta altında olması; yaklaşan tehlikenin ve yaşanacak sorunların habercisi konumundadır. Dünya Sağlık Örgütüne göre en az 20 dakika olması gereken muayene süresi hem hekimlerin yetişmesinde hem de hastaların kaliteli sağlık hizmetine erişmesinde önemli bir engeldir.
Erdoğan milli geliri yükseltmedi mi?
Gelinen noktada enflasyonun yüksekliği, kur, faiz ve altın fiyatları/oranları karşısında milli gelirin arttığını değil, Türkiye ekonomisinin battığını söylemek daha gerçekçi olur. Türkiye ekonomisinin borca, faize, tüketime ve dışa bağımlı olduğunu ıskalayıp ekonomik büyüme illüzyonu üzerinden kurulan cümleler; “algılar ve alkışlar” taktiğinin artık stratejik iflas yaşadığını göstermektedir.
Milli gelir ile ilgili açıklanan rakamlar gerçeğe uzaktır. Bu rakamlar baz alındığında 5 kişilik bir ailenin aylık geliri ortalama 25 bin TL olmalıdır. (Güncel kur üzerinden hesaplama yapıldığında bu rakam yaklaşık 50 bin TL’yi bul[1]maktadır.) Hâlbuki yine devletin istatistik kurumu olan TÜİK işsizlik rakamlarını 2021’in Kasım ayında %11,2 olarak açıklamıştır. Hal böyle olunca nüfusun yaklaşık 4 milyonunun eline 0 TL geçmektedir. Ve yine 12 milyon insan da asgari ücret olan aylık 4250 TL seviyesinde açlık sınırının altında geçinmeye çalışmaktadır. Dolayısı ile bu bahsedilen kesimin oranının gün geçtikçe artıyor olması; • Milli gelirin adil dağıtılmadığını, • Açıklanan kişi başına düşen milli gelir rakamlarının gerçeklikten uzak olduğunu gözler önüne sermektedir.
Milli gelir rakamları spekülatif olmasına rağmen doğru kabul edilse bile son yıllarda sürekli ve ciddi oranda düşüş eğilimindedir. Türkiye, son 7 yılda ekonomik olarak aralıksız küçülme trendindedir. Böyle bir ortamda milli gelir artırımından bahsedilmesi mümkün olmayıp açıklanan rakamlarda da düşüş net olarak gözükmektedir. Türk lirasının değer kaybı da milli geliri küçülten bir faktördür.